Logos Multilingual Portal

8. Zihinsel İşlev Olarak Yazı

IçindekilerGeriIleri



  
Önceki bölümlerde, yazının nasıl bir tür çeviri, sözsel dilden zihinsel malzemeye çeviri olduğunu gördük. Buna sözsel dış dilden iç dile çeviri de denebilir. Kişi okur ve mesajı yazan kişinin olası niyetleri üzerine yorumlarda bulunma ve bunlardan bir sonuç çıkarma yoluyla okuduklarını algılar («Yazar» sözcüğü ile kastedileni birazdan etraflıca anlatacağız). Şimdiki ve gelecek zamanda agılamayı düzenlemek üzere deneyimin gereksinimlerini sınıflandırma konusunda kişiye yardımcı olan varlık gibi bilişsel türlerden daha önce söz edildi.

  Eğer algılanan öğe sözcüklerden oluşmuyorsa, algılamanın sözsellikten geçmesi gerekmez: kişi birşeyler algılar ve algıladıklarını sözcüklere dönüştürmeden sınıflandırabilir, ve bu durum algıladığı nesneyi, bir kez daha gere
kirse, anımsamasını engellemez.

  
«İç dilin ilk ve en önemli niteliği, son derece özel bir sözdizimine sahib olmasıdır [...] Bu özellik, göze çarpan bölük pörçük yapısında, sürekli olmayışında ve dış dile kıyasla iç dildeki kısaltmalarda kendini gösterir» 1. «Cümlenin ve yan cümlenin kısaltılması konusunda tamamen özgün bir yaklaşım vardır; yüklem ile yan cümlenin yükleme ait parçaları korunur, buna karşılık yan cümlenin öznesi ve özneye ait parçaları çıkartılabilir.İç dilin yapısındaki bu yükleme ağırlık verme eğilimi [...] gayet düzenli biçimde kendini gösterir [...] öyle ki, sonunda, ilişkisel dağıtım yöntemine başvurarak, kayıtsız şartsız yükleme ağırlık verme olgusunun iç dilin başlıca sözdizimsel biçimi olduğunu öne sürebiliriz» 2.

   "Sözcüklere dökme", herkesin bildiği bir dış koda dönüştürme, yalnızca bireyin toplumsal yaşamı için, bildiği ve algıladığı davranışlarının içeriğini diğerleriyle paylaşabilmesi için elzemdir.

   Gösteren ile gösterilen arasındaki ilişkinin öznel anlamda değişken olduğu belirtilmişti, ne de olsa doğal diller birbirinden farklıdır: bir at-nesnenin algılanışı ile
«at» sesinin çıkartılması arasında veya a t grafik öğeleri arasında var olması şart olan bir ilişki yoktur. Aynı nesne bir Fransız için «cheval», bir İngiliz için «horse» adını taşır. Bu konuda örnekler çoğaltılabilir.

  Bir gösterenin semantik alanının iki kişi için aynı olmadığı belirtilmişti, zira her birimiz – az ya da çok bilinçli olarak – her gösterene belirli öznel deneyimler yükler, o halde aynı gösteren her birimizde farklı anılar, duygular ve görüntüler çağrıştırır. Bu durumda, «at» zcüğünün semantik alanı, «cheval», «horse», vb. nin semantik alanının tamamen karşılığı olamaz.

  Başka bir deyişle, her doğal dil (ve her birey dili, veya bireyin ait olduğu sınıf veya topluma bağlı olarak her
«bireyin kendi dili veya kişisel "üslubu" » 3) ,insanın bilip algıladıklarını farklı biçimde sınıflandırır. O halde dil yalnızca türümüzün diğer örnekleriyle iletişim kurmamıza yarayan bir alet değil, aynı zamanda bir algılananları, düşünülenleri, görüntülerle sevgileri sınıflandırma sistemidir.

  Bu nedenle, zihnimizde iki sınıflandırma sistemi, birbirinden bağımsız ancak paralel olarak veya biri diğerinin üzerinde yer alarak çalışmaktadır: yalnızca öznel ve içsel olarak çalışan bilişsel
türler sistemi ile taraflı ve eksik olsa da dış iletişim değeri de taşıyan sözsel sınıflandırma sistemi.


  Rüyalar örneğini ele alalım. Freud, rüyaların yorumlanması konusunda, rüyaların oluşumunu sağlayan mekanizmaların ana özelliklerini incelemiştir
4. Rüyalar sözcüklerden oluşmaz, içimizden ortaya çıkarlar.

«Rüyalarda düşünseI evreler ve duygular görsel biçimde ve (daha nadir olarak) işitsel biçimde ortaya çıkar. Rüyalarda diğer duyusal deneyim türleri de vardır: dokunma, koku, tat ve yapılan hareketlerin kaslarda oluşturduğu his. [...] plastik ve simgesel temsil veya düşüncelerin duyusal simgelere ve görüntülere aktarılması; ve, ikinci bir düzeltme işlemiyle, görüntülerin ve rüyanın her bir öğesinin az da olsa tutarlı biçimde bir öykü veya eyleme dahil edilmesi, rüyalar ait iki öğedir. Bazen bu ikinci işlem, veya gözden geçirme gerçekleşmez; bu durumda rüya, birbiriyle ilgisiz, tutarsız ve garip görüntülerle cümlelerin oluşturduğu bir dizi olarak anımsanır». 5

  Uyandığımızda, bir rüyamızı anımsıyorsak, iyi anımsanan bir rüya gördüğümüz duygusuna sahip olalım veya olmayalım, bu anının yapısı sözsel değildir. Bu malzemeyi olduğu gibi saklarsak, tüm diğer anıların başına gelen, onun da başına gelir: duruma göre, az ya da çok hızlı biçimde zaman tarafından silinip gider.

 Rüyanın içeriğini yazmaya ya da birisine anlatmaya kalkıştığımızda, rüyaya malzeme oluşturanların izlediği yol farklılaşır. Bu durumda, gerçek anlamda bir çeviri yapmak şarttır. Görüntüleri, sesleri ve değişik türdeki duyguları sözcüklere aktarmak gerekir. Bir rüyayı sözcüklere aktardığımızda, yaptığımız çevirinin tam olduğu konusunda sürekli bir memnuniyetsizlik duyarız; sözsel anlatımla ifade edilemeyen ya da sözcüklere aktarıldıklarında daha zayıf ve anlamsız kalan duygu veya görüntüler, yarattığımız metinde yoktur.

Bazen bir rüya gerisinde çok güçlü duygular bırakır, öyle ki, rüyada gördüğümüzün dış dünyada değil, yalnızca iç dünyamızda, zihinsel-hayali dünyada cereyan etmiş olduğunun mantığımızla bilincinde olsak da, saatlerce etkisinden kurtulamayız. Ancak böylesi duyguların gücünü dışarıya yansıtmayı ender olarak başarabiliriz; bunun için sanatsal, multimedyatik ifade yeteneğimizin veya sözcükleri, figüratif sanatları, müziği, beden dilini şiirsel anlamda kullanma kapasitemizin olması gereklidir.


  Ayrıca, rüyaların bazı bölümleri gündüz mantığın hakim olduğu zihnimize anlamsız gelir: nasıl olur da önce bir dağın tepesindeydim de sonra, hiçbir yol katetmeksizin, kendimi evimdeki halının üstünde buluverdim? Böylece, alıntıda
«ikinci bir düzeltme işlemi» diye adlandırdığımız süreçte,, zamana gore herşeyi sıralayan yanımız farkında olmadan bize bazı düzeltmeler, değişiklikler yaptırır; amaç öyküye bir anlam, bir masalsılık kazandırmaktır, özgün zihinsel malzemeden tamamen uzaklaşma pahasına da olsa.


  «[...] iç dil, ps
ikolojik oluşumundan ötürü, özel bir yapıdadır; kesinlikle belirlenmiş özellikleri olan ve diğer sözsel etkinlik türleri ile karmaşık bir ilişkide bulunan özel bir tür sözsel etkinliktir. [...] Dış dil ise düşüncenin [mysl´] sözcüğe dönüşmesi, maddeselleştirilmesi ve nesnelleştirilmesi işlemidir» 6.
 

Bu maddeselleştirme, bir yandan eksik olup, iletişimsel bir parçayı gerisinde bıraksa da, diğer yandan zihin denetimimizi artırmada değerli bir araç olabilir. Freud’dan itibaren birçok sinir hastalığı tedavisi sözcüğü temel almaktadır: hasta duygularını, korkularını, rüyalarını, kurduğu zihinsel bağları sözcüklere dökmek ister ve terapist çoğu kez rahatlatıcı, çözümleyici etkisi olan bu nesnelleştirme, maddeselleştirme işlevini destekler. Geçici olarak kullanımdan çıkarılan üstmetinsel göndermeler misali, sözcüklere dökülmeden önce yok gibi görünen bazı düşünce ve duygular arasında kurulan iç bağlar, maddeselleştirme ile belirgin bir hal alır ve, bazı durumlarda, sinir hastalığı belirtilerinin temelini oluşturan gerginlikleri, zihinsel kısa devreleri ve düğümleri 7çözerek hastayı rahatlatır; hastaya daha derin bir iç gözlem yapma kapasitesi verir.
  

Yazı, iç dilden sözsel dış dile çeviri – profesyonel anlamda algıladığımız üzere, çeviri işleminin bir devresi olmanın yanı sıra – işlevsel açıdan bakıldığında, göstergebilimsel ilişkiler arası çeviri ile pek çok ortak noktaya sahip bir etkinliktir. Bir ana metnin yerinde, Vygotskij’nin «iç dil», Eco’nun «bilişsel tür» dediği olunca, ve sözsel dış dil, bir ifade aracı olmanın yanı sıra, deneyimi sınıflandırma aracı da olunca, bu durum yazanın zihnini, yazının amacını ve yazı eyleminin yöneldiği fiziksel olarak var olan kişiyi (örneğin, bir mektup söz konusuysa) veya hayali, kesin çizgilerle belirtilmeyen, bir tür okuyucuyu (bir kitap söz konusuysa) ilgilendiren pek çok sonucu beraberinde getirir.

  Belirli bir alıcısı olmayan, kişinin kendine terapi uygulamak için yazdığı, düşüncelerini kaleme alma girişiminde bulunduğu bir yazı türü de söz konusu olabilir. Hatta bazıları için yalnızca bu tür yazı gerçek yazıdır. Anna Maria Ortese şöyle yazar:

«Yazmak huzur aramak ve bazen de bulmaktır. Eve dönmektir. Okumak gibi. Gerçek anlamda, yani yalnızca kendisi için yazan ve okuyan, eve döner; kendini iyi hisseder. Hiç yazmayan veya okumayan, ya da başkalarının isteği üzerine – pratik nedenlerle - bunları yapan, birçok evi olsa da hep evinin dışındadır. Fakirdir ve yaşamı da fakirleştirir» .8.

  Gianni Celati, Marco Belpoliti’nin La linea evapora nel piano
adlı öyküsüne değinerek, yazının düz çizgisel bir etkinlik olduğunu, ürününün ise bir üst boyut kazanarak çoğaldığını gösteren geometrik eğretilemesini beğendiğini belirtir.

«Ancak bu düz alanda yükselerek buharlaşan çizgi düşüncesi, herzamankinden daha hayali bir geometrinin yanı sıra, yazının aslında düz alan yaratan bir çizgi olduğunu da akla getirir. İşte zihnin düşsel öğeleri böyle yayılır (büyük usta Italo Calvino)» 9.

  Sonraki ünitelerde tüm bu yazıyı anlama biçimlerinin çeviri eylemi üzerindeki etkilerini göreceğiz.

 

Kaynakça

AMERICAN PSYCHOANALYTIC ASSOCIATION Dizionario di psicoanalisi. Yayına hazırlayan B. E. Moore ve Bernard D. Fine. Özgün metin: Psychoanalytic terms and concepts.
New Haven e London, Yale University Press, 1990. ISBN 0-300-04701-0. Çeviren B. Osimo ve L. Portella. Milano, Sperling & Kupfer, 1993. ISBN 88-200-1549-8.



CELATI G., (yayına hazırlayan) ,
Narratori delle riserve.
Milano, Feltrinelli, 1992. ISBN 88-07-01439-4.



FREUD S. Die Traumdeutung.
Leipzig, Franz Deuticke, 1900.


FREUD S. L'interpretazione dei sogni.
Roma, Avanzini e Torraca, 1969.


LAING, R. D. Knots.
New York, Pantheon Books, 1970. ISBN 0-394-43211-8

MARCHESE A. Dizionario di retorica e di stilistica.
Milano, Mondadori, 1991. ISBN 88-04-14664-8.

VYGOTSKIJ L. S. Pensiero e linguaggio. Ricerche psicologiche, yayına hazırlayan L.Mecacci . Bari, Laterza, 1990. ISBN 88-420-3588-2.
Özgün metin: Myšlenie i rec´.
Psihologičeskie issledovanija. Moskvŕ-Leningrad, Gosudarstvennoe social´no-èkonomičeskoe izdatel´stvo, 1934.


1 Vygotskij 1990, s. 363.
2 Vygotskij 1990, s. 365.
3 Marchese 1991, s. 140.
4 Freud 1900.
5 American Psychoanalytic Association 1993, s. 195-196.
6 Vygotskij 1990, s. 346-347.
7 Laing 1970.
8 Celati’de alıntılanmış 1992, s. 11.
9 Celati 1992, s. 22.


 



IçindekilerGeriIleri